ROJA CIWAN

Deng û Rengê Ciwanên Kurd

Yol

Roja Ciwan - Halil Dağ

Yol, kendimizi ve birbirimizi tanımaya başladığımız ilk mekandır. Yeter ki bir kez yürümeye, bir kez o ilk adımı atmaya karar verelim. Yeter ki bir kez yola bakmaya cesaret edelim. Mahkum olduğumuz o mekandan ayrılmayı düşleyelim. Bir kez içimize bulmanın, keşfetmenin heyecanı düşsün. Bir kez kendimizi aramaya karar verelim ve yola çıkalım…

Yol bütün sevecenliği ile hemen önümüzde uzanacaktır. Çünkü yol hiçbir zaman hiç kimseyi reddetmez… Belki de yol bütün hepimizi kucaklayan ve kişiyi kendine taşıyan tek mekandır…

Kişinin kendini keşfetmesinden daha güzel başka bir şey var mıdır? Yeryüzünde bulunabilecek en güzel cevher kişinin kendisi değil midir­­? Hayatımızın en güzel yolculuğu kendimize yaptığımız yolculuk değil midir­?

Şimdiye kadar hiç yürümedik ki…  Beton şehirlerde her defasında başa dönen yolculuklar bizim yolculuklarımız değildi. Ve hiçbiri bizi kendimize taşımadı. Bizim olmayan o şehirlere hep uzaktan baktık. Hepsine yabancıydık… Gün doğarken bir kapıdan çıkıyor ve gün batarken aynı kapıya gelip duruyorsak bu yürümediğimizin resmidir.

Dağlara gelen her gerilla ilk olarak yürümenin acısıyla karşılaşır. Attığımız her adım dayanılmaz acılar salar bütün bedenimize. Ayaklarımızın bu kadar güçsüz oluşuna şaşırıp kalırız. Beton zeminler üzerinde aldatıldığımızı o zaman anlarız.

Dağlarda yürümeye başladığımız ilk günler ayaklarımız, omuzlarımız, kollarımız dayanılmaz acıları tadar. Attığımız her adımda bütün bedenimiz sancılar içinde kalır. Sanki her şey böyle sürecek gibi gelir. Sanki hep böyle devam edecek sanırız. Önümüzde uzanan sıradağlara bakar başaramayacağımızı düşünürüz.

Oysa bize ait olmayan bütün yükler savrulur bu yollarda. Kendimize takmış olduğumuz bütün maskeler dökülür patikalar boyunca. Bin yıllardır alıştırıldığımız yaşamı parça parça bırakırız dağların yamaçlarında.

Dağların yollarında yürüdükçe bedenimizin parça parça bizden ayrıldığını hissederiz. Yürüdükçe ruhumuzu ve bedenimizi saran o kabuğun kırıldığını görürüz. Bunun acısı dayanılmazdır. Yürüdükçe bir yerlerden uzaklaştığımızı hissederiz. Yürüdükçe bir şeyleri geride bıraktığımızı fark ederiz. Bu bizim yok oluşumuzdur…

Yürüdükçe başka bir yere yakınlaştığımızı hissederiz. Yürüdükçe ruhumuza ve bedenimize bir şeylerin eklendiğini fark ederiz. Bu da bizim var oluşumuzdur.

Bizden, bedenimizden, ruhumuzdan bir şeyler koparken, bir şeyler eklenmeye başlar. Ayaklarımız kayalara taşlara çarpar, kanar… Elbiselerimiz çalılara takılır, yırtılır. Dikenli otlar ellerimizi yüzümüzü çizer… Yorgunluk bütün bedenimizi sarar. Her şeyin son bulduğunu düşündüğümüz o an yanımızdaki yoldaşlara tutunuruz.

Bir başkası karanlıkta elimizden tutar ve yavaş yavaş yürütür bizi. Bir başkası ekmeğini paylaşır, bir yudum su bırakır dudaklarımıza. Yürüdüğümüz yol bir akarsuya gelir, karşı kıyıya bir türlü atlayamayız. Bütün herkes atlar geçer. Biz bir türlü karar veremeyiz. Ayaklarımıza güvenemeyiz, kendimize güvenemeyiz.

Karşıdakiler ellerini uzatır, bizi çağırırlar. Duraksarız, bütün gücümüzü toplar, soluğumuzu içimize çeker ve bir anlığına sıçrarız. Bir de bakarız karşı kıyıdayız. Atlamışız, inanamayız…

Yürüdükçe ayaklarımızın değiştiğini hissederiz. O ayaklar karanlık gecelerde kendi kendine yolunu bulmaya başlar. İnanamayız, bunlar bizim ayaklarımız mı, diye şaşırırız. Gözlerimiz bütün her şeyi görüyordur, kulaklarımız bütün hışırtıları duyuyordur artık. Bedenimizden sonra kalbimiz de değişir. Özlemlerimiz, hayallerimiz de değişir. Artık kendi düşlerimizi görürüz rüyalarımızda. Kendi bedenimizi ve ruhumuzu gerçekten hissederiz.

İşte bizizdir artık. Kabuklarından sıyrılmış ruhumuz ve prangalarından kurtulmuş bedenimizdir. Rüyalarımız, düşlerimiz bizimdir.  Ve üzerinde yürüdüğümüz yolda bizim yolumuzdur artık. Bizi yeni ufuklara taşıyacaktır.

Dağ yollarında heyecanla yürümeye başladıkça beton binaların arasında hiçbir zaman görmediğimiz, göremediğimiz,  ufukları görmeye başlarız. Ve ufkun uzaktaki bir çizgi olmadığını o zaman öğreniriz.

Ufkun her zaman farklı bir duruşu olduğunu ve her zaman keşfedilmeyi beklediğini tırmandıkça görürüz. Tırmandığımız her dağ bir başka ufuk sunar bize. Her gün batımı bir başka olur dağlarda. Hiçbir gün bir başka güne benzemez ve bir başka gün gibi son bulmaz artık. Hiçbir şey tekrar değildir burada…

Çünkü biz tırmandığımız her yüksekliğin ardında bir başka ufkun olduğunu da keşfettik.

Biz, Kürtler yeni yeni yürümeyi öğreniyoruz. Mesafe almayı, ileriye adım atmayı yeni keşfediyoruz. Yol yapmayı, kendi yolumuz üzerinde yürümeyi ilk defa deniyoruz. Binlerce yıl uygarlığın sokaklarında dolaştıktan sonra bu labirentten ilk defa çıkıyoruz. Kendi labirentimizden ilk defa kurtuluyoruz ve ilk defa kendi ufkumuza bakıyoruz…

Ve artık ne yolumuzdan, ne duruşumuzdan, ne de bakışlarımızdan vazgeçemeyiz…